Seul_3 Everland

Kore'de kendimizi şımarttık.
Dün akşam ki Dongdaemun Sanat Merkezi'ndeki klasik müzik dinletisi hepimize çok iyi geldi.
Hem uzun süre bir yerde oturmuş ve gezinmek için koşturmamıştık, hem de ruhumuza büyük bir enerji yüklemesi yapılmıştık. Birkaç bildik Batı tarzı klasik eserleri çalan piyano virtüözü, konserinin 2. bölümünü Koreli sanatçı Yun I-sang’ın bestelerine de yer verdiğini ara sıra halk ile yaptığı küçük diyaloglardan anlamıştık.

İklim, 2 senedir öğrenmeye çalıştığı ve yarı çaylak çaldığı piyanoyu, kendisi gibi çalmayan, gerektiğin kedinin fare ile oynadığı gibi agresif, gerektiğin de suda süzülen bir kuğunun sadeliğinde, piyanonun tuşları ile haşır neşir olan bir virtüözün ilk defa ve çok büyük bir ilgi ile dinliyordu. Hele son çaldığı final eser“The Phantom of the Opera”’yı tüm izleyicilerinden ayakta ve avuçlarımızın içi acıyasıya kadar  alkışlayarak sonlandırmıştık. İçimize dolan bu müzik, vücudumuzu hafiflettiğinden bizler de ayaklarımız yere basmadan uçarcasınaSeul’daki evimize dönmüş huzur içinde uyumuştuk. 

Bu sabah çok erken kalkıyoruz. İklim hepimizden heyecanlı. Zira bugün, buralarda bulabileceğimizi bilmediğimizden bize de sürpriz olan ama esas son ana kadar, nasıl gidip de kalacağımızı planlamadığımızda İklim’den sakladığımız,Disnayland benzeri bir eğlence merkezi olan Everland’a (www.everland.com) gideceğiz.

Everland, Seul’un güney doğu yönünde, 2 saat kadar uzağında, toplu taşıma araçları ile rahatlıkla gidilebilecek bir yerde. İnternette gezinirken gördüğüm, giriş biletlerini  kapıdaki satış fiyatına göre %50 kadar ucuz bulduğumuzSeul’daki bir turizm ofisinden dün almıştık. Ancak Everland girişinden alındığında, eğer yabancı olduğunuzu söylerseniz, özel bir form doldurarak kapıda da %35-40 kadar ucuza alınabiliyor. Korelilere de pahalı gelen normal ücretten para ödemediğimizin sevinci ile bu sefer metro yerine, otobüsü tercih ederek yola çıkacağız.

Everland’a bir örümcek ağı gibi tüm Seul’u kaplamış metro ile 3-4 aktarma ilegidile biliniyor. Ancak 2 - 2,5 saat sürecek bu yolculuğu yer altından hiçbir yer görmeden gitmek yerine, çevremizi gözlemleyerek gitmek adına meşhur“Gangam Style” şarkısına konu olmuş Gangam-Gu semtinden 5002 nolu otobüse ile gideceğiz. 

Yol, bu kadar uzun olunca ve bir de Everland’ın kapanışının gece 23’de bittiğini okuduğumuzdan bu gece geri dönmeyeceğiz. Tüm günümüzü geçireceğimiz Everland’a, yürüyecek kadar yakın olan bir otelde Q-Horel’de kalacağımız için eşyalarımızı toplamak adına erkenciyiz. İklim’i normalde sabah kaldırmak bana da Esra’ya da tam bir eziyettir. Ancak Seul’da kaldığımız bu konukevinde, İklim bizden önce kalkmış, sırt çantasını toplamış yola çıkmaya hazırdı.

Neymiş efendim “Everland’da binilecek bir sürü eğlence treni varmış…”

Sabah sabah Gangam-Gu semtinde dolaşma fırsatımız oluyor. Burası, şarkılara konu olduğu kadar var. “Gangam Style” şarkısı, hızlı gelişen, teknolojik değişime uğrayan ve bu değişimde kendisine tam olarak yer bulamayan şımarık Koreli gençliği eleştiren Park Jea Sang dünyaca popüler olmuş şarkısında ki görüntüler ile gördüklerimiz örtüşünce, bu eleştirilerinde pek de haksız olmadığı anlıyoruz.

Sadece Seul’un değil, tüm Kore’nin en zengin semti burası. Ve kısa bir süre geçirmiş olmamıza rağmen gerek yolda yürüyen insanların kıyafetlerinden, gerekse çevredeki gökdelenlere ve yolda geçen araçlara baktığımızda, buranın Seul’un diğer yerlerinden aşırı lükslükte ayrıldığını çok hızlı fark edebiliyoruz.

Sokakta ki bir croissant satıcının kıyafeti dahi, St Paul’un aşçısı ile yarışır vaziyetteydi. Eh tabi ki yiyecek bir şey bulmuş olmanın hazzı ile yanaştığımız bu croissant satıcısı da, ülkede buğday yetişmediğinden en yakın budayın, Madagaskar’da kiraladıkları ve oradaki insanlara yetiştirdikleri yerlerden geldiğinden, Türkiye’de içinde 10 tane olan 1 paketine ödediğimiz fiyata, 1 croisaant alarak otobüsümüze biniyoruz. Bir önceki yazımda dile getirdiğim gibi Kore’de yaşam zor ve yiyecek aslanın ağzını çoktan geçmiş midesine neredeyse inmiş vaziyette. Ancak kapitalist sistemin parçası olanlar, dünya sömürge sistemi içinde kendilerine bir yer ve yiyecek bulabilmekteler.

Sabahın erken saatinde dahi bildik büyük şehirlerin sıkışık trafiğinde ilerleyerek şehir dışına çıkmaya çalışıyoruz. Otobüsümüz belediye otobüsü olmasına rağmen, herhalde uzun yol otobüsü olduğu için olsa gerek bu otobüste ayakta yolcu almıyorlar.

Otobandan ilerledikçe gene bizlere uzak gıcır gıcır bir otoban asfaltı üzerinde en sol şeritten diğer araçları sollayarak gidiyoruz. En sol şeridi, özel bir çizgi ile diğer şeritlerden ayırmışlar ve bu şeridi sadece toplu taşıma araçların kullanımına tahsis etmişler. Toplu taşıma araçların hızları, diğer araçların hızlarından daha fazla. Sağ tarafta bazen 3 ama çoğunlukla 2 şerit daha var. Ve her birinde hız soldakine göre bir birim daha az. Kısacası en sağda en yavaşı, en solda en hızlısı olacak şekilde ama en hızlısı en solda giden toplu taşıma araçları olacak şekilde,en önemlisi de hiçbir arabanın hiç bir arabayı solladığını görmeden 2 saatlik bir otoban yolculuğu ile Yogin şehrine yaklaşıyoruz.

Yolda ilerledikçe Kore’de şehirleşmenin merkezi bir noktadan dairesel şeklinde yayılmasından çok, tepe denebilecek az yükseklikte dağların arasında akan bir dere veya bir nehir güzergâhına yapılmış yol ve bu akarsuyun her iki tarafına 50 veya 100 bazen en fazla 300 metrelik yanal delta oluşturmuş düzlüklere yapılmış binaları olduğunu görüyoruz. Binalar hiçbir şekilde arka tepeye ya da yamaçlara yayılmamış. Hani sürüden ayrılanı kurt kapar misali hiç bir Koreli, bu vadiden geçip giden yoldan uzaklaşmayı kendisine yedirememiş gibi. Sanki hayat ilebağlantılarını kaybetmek istemezcesine evlerini yol ile birleştirmişler.

Toplam nüfusu 50 milyon olan Kore’de yaşam bu tepeler arasında ki nehirlerin etrafında geçtiği belli. Bir ara Esra ile şu geçtiğimiz yolun olmadığını, bu evlerin de bulunmadığını zamanları hayal etmeye ve 1950’lerde buralara kadar gelmiş Türk Askerlerinin, güneyden, Busan’dan girdikleri Kore’ye, Kuzey Korelilerle savaşmak buralardan, her biri 15-20 metrelik kara ormanlar içinde ilerleyerek,tepeleri geçmeye çalışmalarını düşlüyoruz.

Bizce, Kuzey ve Güney Kore, dünyanın “Kapitalist ve Komünist” sistemlerinin bir biri ile oynadığı satranç tahtası üzerindeki en kritik 2 piyonu. Her hangi birisi düştüğü anda, o sistemin çarklarının da çözüleceği merkez noktası. Ve Vezir de, Şah da, Fil de, Kale de, At da bu 2 piyona çok dikkat ediyor. Hatta diğer piyonlar bile!

Bugün Amerikan Kapitalist sistemini tamimiyle kendine özümsemiş ve o çarkın tüm gerekliliklerini yapmaya çalışan ancak bu sistemin olumsuz sonuçlarını belki de zaman içinde göreceklerinden şimdilik rahat ve huzur içinde olan Güney Korelilere karşın, Rusya’nın ve Çin’in güdümünde açlık ve yoksulluk çeken ve bu 2 süper gücün nükleer deneme alanı şeklide görev yapan Kuzey Koreliler, Güney Koreliler aynı ırkdaşlar.

Ekilecek toprakları olmadıkları, olanlarda sadece pirinç ya da yılın kısa bir süresinde sulak alan bitkisi olan kabak ekilebildiğini, bina yaparken sellerden korunmak ve düz alanları olmadığı için yamaçlara çıkmak zorunda kaldıklarını görmek, buradaki yaşamın bizim yaşadığımız Bursa’dan ne kadar farklı ve bu coğrafi zorluklar karşısında yaşam buralarda ne kadar zordur deyip onlar adına biraz endişeleniyoruz.

Ancak okuduklarımıza göre ortalama yaşın Güney Kore’de 75, Kuzey Kore’de 70 iken, Anadolu’da da, Güney Kore ile aynı 75 yıl olduğunu öğrenmek belki de daha birçok ortak özelliğimiz olduğunu hissetmemizi sağlıyor.

Kuzey Kore’nin, kardeş ülke Güney Kore’den, beslenme alışkanlıkları ve yaşam şartlarının zorlukları nedeniyle 5-6 cm daha kısa ve ağırlık ortalamalarının en az 10 kg daha az olması, sağlık ve eğitim koşullarının farklıları yetmezmiş gibi dünyada en iyi yaşamın Kuzey Kore’de olduğunu zannedecek kadar fanus içinde bir yaşam sürmeleri, hatta 11 Kuzey Koreliye giydirilmiş Amerika forması ile Amerika ile Kuzey Kore’nin maç yaptığını zannedip, Dünya Futbol şampiyonasın da Amerika’yı yenip, kendilerinin dünya şampiyonu sanacak kadar dünyadan kopuk yaşamalarını, dünya TV’lerini seyredemeyip, dünya gazetelerini okuyamayan, seyahat edemeyen, Güney Kore’de sokaklarda dahi halka açık ve bedava internet var iken, Kuzey Koreliler interneti daha duymamış olmalarını, Afrika’nın ya da Amazonların balta girmemiş ormanlarında yaşayan vahşi kabileler gibi kendi kendilerine yaşayıp, babası Kim Yong-Il ölünce yerine geçen velihat liderleri Kim Jong-Un ne bahşederse onu yiyip, bol bol ve hiç durmadan çalışıp ölüp giden Kuzey Korelileri bu hale getirmek için 60 sene önce savaşmak ve kapitalist sistemin pekişmesi sağlamak adına buralara kadar gelmiş Türk Askeri Tugayı buralarda hiç unutulmamış.

Ve sırf bu yüzden Türk olduğumuzu anladıkları anda hala bizlere “Brother’s County” diyen ülkenin Güney Koreli askerlerini ve Türk Tugayının şehit düşmüş 741 askerimizi anarak yola devam ediyoruz. Yolculuğumuzui bu ortak özelliğin planlayan Amerikan’ın Rusya’yı doğudan Kore ile batıdan Türkiye ile çevirdiğini düşünerek Everland’ın kapsında sonlandırıyoruz.

İlk gün doğrudan kara oyuncakları eğlence kısmı olan Everlan’a giriyoruz. İklim bu gezide böyle bir şey beklemediği için bu işe hem çok şaşırıyor hem de çok seviniyor. Ve daha içeri girer girmez tüm çocuklar gibi şımarıklığa başlıyor ve akşam kapanışa, saat 23’e kadar da hiç bırakmıyor. Biz de hem çocukluğumuzu anarak daha hem de önceden gitme fırsatımız olduğu için diğer Disnaylan’lar ile mukayese ederek tüm günümüzü güle oynaya geçiriyoruz.

Bir ona bildik, bir buna bir daha binelim diyerek elimizde Everland haritası ile tüm teknolojik aletlere biniyoruz. Listemizi teker teker eleyerek hedefimizde kiT-Expres treni yaklaşıyoruz. Görüntüsünden dahi endişelendiğimiz hızlı trene İklim’i almıyorlar. 170 derece serbest düşüş yapıp, 200 km sürate çıkan, 3 dakikayolculuğu süren bu dünyanın en hızlı trenlerinden birisi olan T-Expres treninde ben neredeyse tüm hattı gözlerim kapalı yapıyorum. Esra benden daha korkusuz çıkıyor, gözleri açık yolculuk yapıyor.

İklim binmesine izin verilmeyen diğer yaşıtları ile birlikte çıkışta, bizi biraz merak biraz heyecan içinde bekledikten sonra onunla da biraz daha az tehlikeli olan 120 cm’den uzun çocukların binebildiği bir River-Expres trenine, onda da yeterince yüksekten düştüğümüzden çığlık çığlığa, ama İklim’e 1 sefer yetmediğinden birkaç defa binerek  Everland’da adrenalimizi ve kendimizi şımartmamızı çıkartabildiğimiz kadar tepelere çıkartıyoruz.

Bu tema parkında içinde 30’dan fazla Aslan, 20’den fazla Kaplan, çok sayıda Zürafa ve Gergedan, Fil, Ceylan gibi bir çok hayvanın serbest dolaştığı Afrika Savanı ve Amazon nehri ve çevresinde bulunan tüm canlıların olduğu ve bunların arasında rafting yaparak gezinilebildiği 2 büyük doğal hayvan parkı var. Her birini yarı açık arabalar içinde binip hayvanlar arasında yakın temas içinde gezinerek yolculuk yapıla biliniyor. Hatta Zürafa ve Ayı bile beslene biliyor.

Ertesi gün aynı çocukça heyecanı, Everland’ın yanında ki diğer bir kapıdan girilen, ücreti Everland'dan ayrı olan ve yine bir özel form doldurulduğundan yabancılara %50 indirimli bilet satılan Caribbean Bay’da tüm gün dalgalı havuz, kaydırak, kano gibi su oyunlarının yapıldığı bir su tema parkında geçiriyoruz.

Burada ki çılgın bir alet olan Wild River/Vahşi Nehir’de Aqualoop’u gördüğüm de uzaktan heyecanım tavan yaptı. Aynı T-Expres ten gibi yüksekten serbest düşüş yapan bir su kaydırağı var. Ama araçsız. Yani sadece insan. Yani sadece ben!

Öncelikle buraya sadece mayo ile girile biliniyor. Takı, taklavat, toka, kolye, bikini yasak...

Boyun en az 120 cm olması kuralının yanı sıra kilonun 40 ile 130 kg arasında olması da gerekli. 10 katlı bir bina yüksekliğinde bir tepeye merdivenleri kullanarak 15-20 dakikada çıkıyorum. Son ana kadar, yapılacak atraksiyonda dikkat edilecek kurallar sıkı sıkıya etrafta bulunan TV’lerde bekleyenlere aktarılıyor. Önce bir tüpün içine, hani Matrix’de gördüğümüz insanları su içinde tutan kabinler gibi bir kabinde ayakta dik olarak 170 derecede duracak gibi sokuyorlar. Tüpün içinde Mısır Firavunlarının tabut içinde mumyalanmış halleri gibi ellerimi ters omuzlarından tutacak şekle getirip, ayaklarımı çapraz yapmamı istiyorlar. Gözlerimi de ileri doğru bakacak şekilde bir konum alıyorum. Bu durum dışında ki bir konum aldığınızda hemen uyarılıyorsunuz. Zira biraz sonra yaşanacaklar o kadar heyecan verici olacak ki bu heyecan karşısında bir yere tutunmamak ve ani tepki vermeyecek şekilde olmamızı planlanıyor. Pozisyonu aldığım da endişeme endişe katacak kaba bir düdük sesi le biraz daha geriliyorum ve kaskatı dururken birden ayağımın altındaki platform açılıveriyor ve bulunduğum o 10-15 katlı binanın tepesinden serbest düşüş yaparak düşmeye başlıyorum. Tüp içinde düşerken sürtünmeden dolayı bir yerim acımasın diye tüpün içinde de akan bir su var. Ve suyun kaydırma gücü sayesinde düşerken, kendi ağırlığımın ivmesiyle artan bir hız kazanıyorum.

Tabi ki gözlerim hala kapalı!

Düşmeye devam ediyorum derken, yere yaklaştığımda tüp 360 derecelik dairesel bir hareket yapıp kendi ağırlığım ile kazandığım hız sayesinde havada ters bir takla atıyorum. Serbest düşüşte yeterli ivme kazanamayıp tüpün içinde tur atamama ihtimalleri var olduğundan 40 kg’dan az olanların binemediği bu sistemde ben dairemi tamamladıktan sonra su kaydırağı içinde kayarak dışarı dabir havuza düşüyorum…

İnsanın ara sıra, hangi yaşta olursak olalım çocuklaşmaya da ihtiyacımız olduğunu hissediyoruz. Bu yaşımıza kadar giydiğimiz tüm büyümüşlük kıyafetlerimizi bir kenara bırakarak, 2 günde kendimizi bol bol şımartarak Everland’da ve Caribbean Bay’ da eğlenerek geçiriyoruz. (http://www.everland.com/web/multi/english/caribbean/attractions/all.html)

Yorgun değiliz.

Birbirimiz ile itişmek yerine bu parkların Anadolu’da da olmasını dileyerek, son 1 saatimizi de sıcak su havuzu içinde geçirdiğimizden, bizlere bir hayal dünyası sunan ve bir zamanlar izlediğimi “Truman Show” filmini hatırlatan bu eğlence-tema parkından mayışmış halde çıkıyor ve yarın Kore’nin Japon Denizine doğru, Busan’a yapacağımız yolculuğa hazırlanmak için güzel bir uykuya dalıyoruz.

Ağustos 2015